Aylık arşiv Nisan 27, 2020

LE DRAGON BLANC

Türkçe Çeviri

BEYAZ EJDERHA

İnsanlar… Hep merak etmişimdir: Nasıl görünüyorlar? Kuyruklarının olmadığı söyleniyor. O zaman nasıl dengede duruyorlar? Ayrıca çok güçlülermiş. Acaba bizden kaç kat büyükler? Eğer gerçekten kanatları da yoksa… Nasıl hayatta kalabiliyorlar? Neden onları göremiyoruz? Belki de yanlış sorular soruyorum. İnsan denen yaratıklar gerçekten var mı? - Nuar, oyalanmayı bırak artık, güneş batmak üzere. Umarım sadece denizin üstünde uçmayıp karnını da yeterince doyurmuşsundur. Eve dönme vakti! Dedem sesleniyor. Beni büyüten ve bana göz kulak olan dedem… Tek ailem. İnsanlar hakkında bana çoğu şeyi anlatan o. Dedem de kendi babasından dinlemiş tüm bu hikayeleri.  Hatta babası zamanında bir insanla dahi karşılaşmış. Bazen … - Yine ne düşünüyorsun, Nuar? - Anlattığın hikayeler… Gerçekten bizden çok mu farklılar? - Hayal edemeyeceğin kadar. Ne kadar farklı olabilirler ki? Ben de farklı değil miyim? Ateşi olmayan ejderha… Böyle doğdum. Bembeyaz… Diğer ejderhalardan çok farklı. Hiçbir ejderha ırkına benzemiyorum.  Üstelik ejderha ateşine dahi sahip değilim. Yetişkinlik döneminde, yetişkinliğe adım atan tüm ejderhalar Şiran Şelalesi’nde toplanıp ilk ateş püskürtme ayini gerçekleştirirler. Bir ejderhanın gücü önce ateşidir, sonra kanatlarının heybeti. Bu yüzden tüm yetişkin ejderhalar güçlerini ispatlamak zorundadırlar. Ben ise o gün bir kıvılcım bile çıkartamadım. Onlar için artık ateşi olmayan güçsüz bir ejderhaydım ve beyaz bir ejderha olarak doğmam güçsüzlüğün simgesi olmuştu… Bütün bu düşünceler eşliğinde gökadaya nasıl geldiğimizi anlayamadım bile. Gökadamız diğer gökadalardan oldukça uzakta ortalama bir gökadadır. Gökadalar, denizin hemen üzerinde kalın sarmaşıklarla çepeçevre sarılmış kalın bir gövdeden oluşan devasa yapılardır. Bu sarmaşıklar her adanın üzerinde başka bir yapı oluşturmaktadır ve adaları birbirine bağlamaktadır. Bizler avlanmak için denize inmediğimiz bütün zamanlarımızı bu gökadalarda geçiririz. Bu gökadalarda beslenmemiz için yiyecek bulmak çok zor. Bu yüzden denizde avlanmak istemiyorsak dağlarda bulunan yabani hayvanları avlamaktayız. Ben de artık büyüdüm ve bu dağlarda avlanma zamanım geldi. Dedeme ateşim olmasa da yeteri kadar güçlü olduğumu gösterebilirim. O, zaten ateşim olmasa da güçlü olduğumu ve her şeyin bir zamanı olduğunu söylese de artık onu utandıramam. Kendimi ispatlamalıyım. Yarın avlanma günü. Gruplar halinde, yetişkin ejderhalarla birlikte avlanmaya gidilecek. Grup halinde hareket etme, ava odaklanma ve doğru taktiklerle hedefe ulaşma... Yetişkin ejderhalar için güçlerini ispatlamada kaçırılmaz bir fırsat! Avda en başarılı grup günün de kazananı oluyor. Bu sefer aralarında ben de olmalıyım!

DEVAM EDECEK...

English Translation

THE WHITE DRAGON

People… I've always wondered: How do they look? They are said to have no tails. So how do they stand in balance? Some say they are also very strong. How many times bigger than us are they? If they really don't have wings… How can they survive? Why can't we see them? Maybe I'm asking wrong questions. Do the creatures called human beings really exist? - Nuar, stop messing around, the sun is about to set. I hope you didn’t just fly above the sea, but also ate your fill. Time to go home! My grandfather is calling me. My grandfather who has raised and always take care of me... My only family. He's the one who tells me a lot about people. My grandfather has also listened to all these stories from his father. Moreover, his father has even met a person. Sometimes … - What are you thinking about, Nuar? - The stories you’ve told ... Are they really that much different from us? - More than you can imagine. Just how different can they be? Am I not different? Dragon without fire… I was born like this. Extremely white... Very different from other dragons. I don’t look like any dragon breed. Moreover, I don't even have dragon fire. All dragons entering adulthood gather in the Shiran Waterfall and perform the first fire-spraying ritual. The power of a dragon is its fire first, then the stateliness of its wings. So, all adult dragons have to prove their strength. I couldn't even make a spark that day. According the others, I was a powerless dragon without a fire ever after, and my birth as a white dragon became the symbol of powerlessness. With all these thoughts, I could not even understand how we got to the skyisland. Our skyisland is an average skyisland quite far from other skyislands. Skyislands just above the sea are huge structures consisting of a thick body surrounded by thick ivies. These ivies form another structure on each skyisland and connect the skyislands. We spend all our time in these skyislands unless we go to sea to hunt. It is very difficult to find food for us on these skyislands. Therefore, if we do not want to hunt in the sea, we hunt wild animals in the mountains. I am also adult from now on, and it's time to hunt in these mountains. I can show my grandfather that I am quite strong even though I had no fire. Although he says that I am strong even though I do not have fire and that everything has its own time, I can no longer embarrass him. I must prove myself. Tomorrow is hunting day. In groups together with adult dragons, we will go hunting. Acting as a group, focusing on the hunt and reaching the target with the right tactics... An unmissable opportunity for adult dragons to prove their strength! The most successful group in hunting will be also the winner of the day. This time I must participate in hunting too!

TO BE CONTİNUED...

 

Les gens… Je me suis toujours demandé: à quoi ressemblent-ils? On dit qu’ils n’ont pas de queue. Alors, comment se tiennent-ils en équilibre? Certains disent qu’ils sont également très forts. Combien de fois sont-ils plus gros que nous? S’ils n’ont vraiment pas d’ailes… Comment peuvent-ils survivre? Pourquoi ne pouvons-nous pas les voir? Peut-être que je pose la mauvaise question. Les créatures appelées êtres humains existent-elles vraiment?

Nuar, arrête de perdre du temps, le soleil est sur le point de se coucher. J’espère que tu n’as pas simplement survolé la mer, mais aussi mangé à ta faim. Il est temps de rentrer à la maison!

Mon grand-père m’appelle. Mon grand-père qui m’a élevé et qui prend toujours soin de moi … Ma seule famille. C’est lui qui me raconte beaucoup de choses sur les gens. Mon grand-père a également écouté toutes ces histoires de son père. De plus, son père a même rencontré une personne. Quelquefois …

À quoi penses-tu, Nuar?

– Les histoires que tu as racontées … les gens sont-ils très différents de nous?

– Plus que vous ne pouvez l’imaginer.

À quel point peuvent-ils être différents? Suis-je pas différent? Dragon sans feu…

Je suis né comme ça. Tout blanc … Très différent des autres dragons. Je ne ressemble à aucune race de dragon. De plus, je n’ai même pas de feu de dragon. Tous les dragons qui arrivent à l’âge adulte se rassemblent dans la cascade de Chirane et effectuent le premier rituel de jet de feu. La puissance d’un dragon est d’abord son feu, puis la majesté de ses ailes. Ainsi, tous les dragons adultes doivent prouver leur force. Je n’ai même pas pu faire d’étincelle ce jour-là. J’étais un dragon impuissant sans feu pour eux, et ma naissance en tant que dragon est devenue le symbole de l’impuissance…

Avec toutes ces pensées, je ne pouvais même pas comprendre comment nous sommes arrivés au gökada. Notre gökada est un gökada moyen assez éloigné des autres gökadas. Les gökadas juste au-dessus de la mer sont d’énormes structures composées d’un corps épais entouré de lierre épais. Ces lierre forment une autre structure sur chaque gökada et relient les gökadas. Nous passons tout notre temps dans ces gökadas à moins d’aller en mer pour chasser. Il est très difficile de trouver de la nourriture pour nous sur ces gökadas. Par conséquent, si nous ne voulons pas chasser en mer, nous chassons des animaux sauvages dans les montagnes. Je suis désormais aussi adulte et il est temps de chasser dans ces montagnes. Je peux montrer à mon grand-père que je suis assez fort même si je n’ai pas eu de feu. Bien qu’il dise que je suis fort même si je n’ai pas de feu et que tout vient en son temps, je ne peux plus l’embarrasser. Je dois faire mes preuves. Demain est jour de chasse. En groupe avec des dragons adultes, nous irons à la chasse. Agir en groupe, se concentrer sur la chasse et atteindre la cible avec les bonnes tactiques … Une occasion incontournable pour les dragons adultes de prouver leur force! Le groupe le plus performant en chasse sera également le vainqueur de la journée. Cette fois, je dois aussi participer à la chasse!

À SUİVRE …

 

 

Günün Bilgisi: Sentir – Se sentir – Ressentir

Sentir : (Hissetmek, koklamak)

℘Percevoir quelque chose par l’odorat et et le toucher.

(Koku ya da dokunma yoluyla bir şeyi algılamak.)

℘Dégager une odeur.

  • Elle sent bon. Elle utilise quel parfum ? (O güzel kokuyor. Hangi parfümü kullanıyor?)
  • Ça sent bon en cuisine ! (Mutfaktan güzel kokular geliyor.)
  • Je sens un peu de regret dans sa voix. (Onun sesinde biraz pişmanlık hissediyorum.)
  • Je sens que le paradis m’appelle. (Cennetin beni çağırdığını hissediyorum.)
  • Je sens que ça vient. (Geldiğini hissediyorum.)
  • Je sens grandir ma peur.(Korkumun büyüdüğünü hissediyorum.)
  • Je sens la vie qui se rapproche alors que tout ce que je veux c’est mourir. Marilyn Monroe (Tüm istediğim ölmek olduğunda hayatın yaklaştığını hissediyorum.)

 

 

 Se sentir : (Hissetmek)

Se sentir + adj / adv

Faire connaître dans quel état, quelle disposition l’on est.

  • Je me sens super bien aujourd’hui ! 
  • Elle se sent parfois seule. (O, bazen yalnız hissediyor.)
  • On se sent parfois triste et vide sans vraiment savoir pourquoi. (Bazen nedenini bilemeden üzgün ve boşlukta hissederiz.)
  • Quand je me sens moche je pense à toi et je me sens mieux. (Çirkin hissettiğimde seni düşünüyorum ve daha iyi hissediyorum.)

 

 Ressentir : (Hissetmek)

     Ressentir + nom

℘ Éprouver une sensation, un sentiment profond.

Gerçek ve derin bir duygudan bahsederken.

  • Je ressens une grande tristesse. (Büyük bir üzüntü hissediyorum.)
  • Je ne sais plus ce que je ressens. (Hissettiğim şeyi artık bilmiyorum.)
  • Je ressens une douleur quand je pense à lui. (Onu düşündüğümde acı hissediyorum.)
  • Je ressens ta présence chaque jour dans ma vie. (Hayatımda her gün senin varlığını hissediyorum.)
  • Je ne peux pas expliquer ces choses que je ressens pour vous.(Senin için hissettiğim bu şeyleri açıklayamam.)

 

LE VRAI BONHEUR

Türkçe Çeviri

GERÇEK MUTLULUK

Herkesin hayalinde bir dünyası vardır: sonsuz mutluluk dünyası… Gerçekte de böyle bir gezegen vardı, sadece çocukların yaşadığı bir gezegen: Dile Benden Ne Dilersen Gezegeni.

Böyle bir gezegende yaşamak oldukça şaşırtıcı ve de inanılmaz bir şey olmalı, öyle değil mi? Bir de bu gezegenin içinde yaşayan tatlı mı tatlı ama bir o kadar da yaramaz çocukları görseniz... Tabi o kadar çocuğun yaşadığı ve her istediklerinin gerçekleştiği bu esrarengiz gezegende, kim şımarıp da yaramaz olmaz ki!

Hiç kimse hiçbir şeyden şikayetçi değildi bu gezegende. Ama bir çocuk vardı ki diğer çocuklardan çok farklıydı. Mutlu olmasına mutluydu ama sadece bir şeylerin eksikliğini hissediyordu: içinde çığlıklar koparan bir şeyin… Ama ne olduğunu bilemiyordu bir türlü, bu yüzden de bazen düşüncelere dalar gibi olurdu. Dalgın lakabını da bu huyundan almıştı şüphesiz.

Altı yaşında, küçük bir kızdı. Hafif dalgalı kahverengi saçları ve o mükemmel iri kahverengi gözleri… Öyle derin bir bakışı vardı ki konuşmasına gerek yoktu. Hayatını sanki sadece bakışlarıyla yönlendiriyor gibiydi. Böyle ilginç insanlar her gezegende bulunur. İşte bu da bu gezegenin ilginç küçük kızıydı.

Bu gezegende bütün çocukların beklediği bir gün vardı ve işte o gün, sonunda gelmişti: özel dilek günü. O gün, adı üstünde çok özel bir gündü. Şimdi diyecekseniz ki: “Zaten bütün dilekleri gerçekleşmiyor muydu, bu özel dilek de ne oluyor?” Bu özel dilek, çocukların kendilerinin bile ne olduğunu bilmedikleri bir dilekti. Bu esrarengiz gezegende ilginç küçük kız kadar ilginç bir şey daha vardı: bir kuyu… İşte bu dilek, o kuyuya bakıldığında istemsizce ağızdan çıkıveren bir dilekti: çocukların ruhuyla birleşecek bir dilek.

Dalgının aradığı bir şey vardı ve o bunun ne olduğunu gerçekten merak ediyordu. İlk sırayı almak istiyordu ama cesareti de yoktu. Yaşadığı bu mutluluk dünyasında, onun içindeki eksikliği hissetmesini ne sağlayabilirdi ki? Acaba neydi bu şey?

Zaman gelmişti ve sıra ondaydı. Kuyuya yaklaştı ama kuyunun içine bir türlü bakamıyordu. Ağzından hangi kelimelerin çıkacağını düşünüyordu ki gözleri aniden kuyuya doğru gitti. Su çok berraktı ve altın gibi ışıltılar yayıyordu. Etrafı sessizlik kaplamıştı, herkes Dalgın’a odaklanmıştı.

Dalgın’ın o bakışı, ağzından daha o kelime çıkmadan, bütün çocukların sadece gülmeyi bildikleri bu gezegende, ilk gözyaşlarına sebep olmuştu. Dalgın’ın dört harften oluşan kelimesi öylece ağzından dökülüvermişti: “Anne!”

English Translation

THE REAL HAPPINESS

Everyone has a world in their dreams: a world of infinite happiness… In reality, there was such a planet, a planet where only children lived: The Planet of "Say Whatever You Wish from Me".

Living on such a planet must be a surprising and incredibly wonderful thing, mustn't it? And you'd be really surprised seeing so sweet but at the same time that much naughty children living in this planet! Of course, on such a mysterious planet where so many children live and whatever they want exists, who doesn't get spoiled!

Nobody had anything to complain about on this planet. However, there was one child that was very different from other children. She was happy actually, but she was only feeling something missing: something shrieking in her. But she didn't know what it was, so she was sometimes lost in thought. No doubt she got her nickname "pensive" because of this habit.

She was a 6-year-old little girl. She had slightly curly and brown hair, and perfectly big brown eyes. She had very intense look that makes her not need to speak. She was as if she was shaping her life with just looking. There are such interesting people on every planet. Well she was the interesting little girl of this planet.

There was a day on this planet that all children had been waiting for, and that day had finally come: the day of the special wish. That day was a very special day as the name implies. Now, if you want to ask: "Didn't all their wishes come true anyway, what is this special wish?" This special wish was a wish that even children did not know what it was. There was something as interesting as this little girl on this mysterious planet: a well… Here, it was a wish that was spontaneously said when looking at that well: a wish that would unite with the soul of the children.

There was something the Pensive was looking for, and she really wondered what it was. She wanted to take the first place, but she had no courage. What could be the reason why she felt so incomplete in this world of happiness she lived? What was that thing really?

It was time and it was her turn. She came near the well, but could not look into the well. She thought about what words would come out of her mouth, but just then her eyes unawares went to the well. The water was very clear and shining like gold. There was all-pervasive silence all around, everyone was focused on the Pensive.

That look of the Pensive caused the first tears on this planet, where all children only knew to laugh. Later, the word of the Pensive consisting of six letters came out of her mouth: "Mother!"

 

 

 

Chacun a un monde dans ses rêves: un monde de bonheur éternel… En réalité, un tel monde existait, une planète où seuls des enfants vivaient: La planète de «Dis-moi ce que tu veux ».

Vivre sur une telle planète devait être assez surprenant et merveilleux, non? Et vous seriez vraiment surpris de voir autant d’enfants si doux mais en même temps si vilains vivant sur cette planète. Bien sûr, qui ne serait pas gâté et vilain sur cette planète mystérieuse, où vivent tant d’enfants et où tout ce qu’ils veulent se réalise!

Personne n’avait à se plaindre sur cette planète. Cependant, il y avait une enfant qui était très différente des autres. Elle était heureuse en fait, mais elle ne ressentait que quelque chose qui lui manquait: quelque chose qui hurlait au fond de son âme. Mais elle ne savait pas ce que c’était, et elle restait parfois plongée dans ses pensées. Elle a sans doute obtenu son surnom de «songeuse» à cause de cette habitude.

C’était une petite fille de 6 ans. Elle avait des cheveux ondulés et châtains et de grands yeux marron parfaits . Elle avait un regard si profond qu’elle semblait parler avec ses yeux et dirigeait simplement sa vie avec son regard. Ce genre de personnes intéressantes se trouvent sur la planète. Eh bien, elle, c’était la petite fille intéressante de cette planète.

Il y avait un jour spécial sur cette planète que tous les enfants attendaient et ce jour-là était enfin arrivé: le jour du souhait spécial. Ce jour-là était un jour très spécial. Maintenant, vous allez me demander: ” Tous mes souhaits se réalisent, à quoi sert un souhait spécial?” Même les enfants ne savaient pas quoi souhaiter. Il y avait aussi quelque chose de très intéressante sur cette planète, comme la petite fille intéressante : un puits… En ce lieu magique, ce serait un souhait  qui serait dit spontanément en regardant au fond du puits: un souhait qui s’unirait immédiatement à l’âme des enfants.

La petite fille cherchait quelque chose à dire, et elle se demandait vraiment ce que ce pourrait être. Elle voulait être la première, mais elle n’avait pas de courage. Quelle pourrait être la raison qui faisait qu’elle se sentait si incomplète dans ce monde de bonheur dans lequel elle vivait? Qu’est-ce que cela pourrait bien être?

Le moment était arrivé et c’était son tour. Elle s’est approchée du puits, mais n’a pas pu regarder à l’intérieur. Elle réfléchissait aux mots qui sortiraient de sa bouche, mais à ce moment-là, soudain, ses yeux se sont dirigés vers le puits. L’eau était très claire et brillait comme de l’or. Il y avait le silence tout autour. Tout le monde était concentré sur elle.

Ce regard sur elle provoqua les premières larmes sur cette planète, où tous les enfants ne savaient que rire. Plus tard, le mot composé de quatre lettres est sorti de sa bouche: “Mère!”

 

Orient-Express

Türkçe Çeviri

Orient Eskpresi (Şark Ekspresi), Avrupa’nın ilk lüks ve kıtalararası ekspresidir. Paris’ten ilk yolculuğuna 4 Ekim 1883’te çıkmıştır. Bu ilk yolculukta, Paris'ten Varna Limanı'na kadar trenle seyahat eden yolcular, oradan buharlı gemiyle İstanbul'a ulaşmıştır. Ünlü gezgin, muhabir ve yazar Edmond About bu seyahatle ilgili anılarını 1884 yılında yayımladığı De Ponteise à Stamboul isimli kitabında detaylı bir şekilde anlatmıştır. Asıl Paris-İstanbul seferleri 1888’de başlamıştır. Doğu Ekspresi; krallara, asilzadelere, diplomatlara, siyasetçilere, edebiyatçılara, casuslara ve birçok ünlüye Avrupa’da uçtan uca yol arkadaşlığı etmiştir. Bulgar Kralı Ferdinand, Fransız Cumhurbaşkanı Paul Dechanel, Belçika Kralı 2. Leopold, yazar Agatha Christie, casus Mata Hari ve arkeolog, asker ve diplomat Thomas Edward Lawrence bu ünlülerden bazılarıdır.

Farklı zaman periyotlarında farklı güzergahlar izlese de bu efsanevi trenin en ünlü istasyonları Paris ve İstanbul olmuştur. Orient Ekspres ile İstanbul’a gelen yolcuların konaklama ihtiyacını karşılamak üzere 1895’te Pera Palas Hotelin inşası tamamlanmıştır. Bu hotel aynı zamanda Agatha Christie’nin 1933’te, “Doğu Ekspresi’nde Cinayet” adlı romanını kaleme aldığı hoteldir. Yazar 1934’te yayımladığı bu romanda, İstanbul’a 70 kilometre uzaklıkta Orient Ekspres’te işlenen gerçek bir cinayetten esinlenmiştir.

Tren Viyana, Budapeşte, Milano ve Venedik gibi gözde şehirlerden geçerek, yaylı arabayla 2-3 ay süren bir yolculuğu, 80 saate kadar indirerek İstanbul’a gelmekteydi. I. Dünya Savaşı sırasında seferleri durdurulan tren, 1919 yılında yeniden seferlerine başlamış, lakin güzergahtan Almanya ve Avustralya istasyonları çıkarılmıştı. Böylece yolculuk süresi de 58 saate inmişti. Ekstra ilginç bir bilgi olarak, I. Dünya Savaşını İtilaf Devletleri ile Almanya arasında sona erdiren anlaşma, ekspresin 2419 numaralı vagonunda imzalandı. Daha sonra 2419 numaralı vagon tarihi öneminden dolayı Fransızlar tarafından müzeye alındı.  Yine II. Dünya Savaşı sırasında da seferler kesintiye uğramak zorunda kaldı ve savaştan sonra da çeşitli kısıtlamalara maruz kaldı ve zamanla önemini yitirdi. 2419 numaralı vagonla alakalı ek olarak, II. Dünya Savaşı sırasında Almanya Fransa'yı işgal edince Hitler aynı vagonda bu defa Fransızların teslim anlaşması imzalamasını istedi. Vagon müzeden çıkarıldı, anlaşma imzalandı ve bu vagon Almanya'ya götürüldü. 1945 yılında Almanya'nın teslim olmasından kısa bir süre önce vagon imha edildi ve böylece Almanya bu tarihi vagonda kendi aleyhine ikinci bir teslim anlaşması ihtimalinden kurtuldu.

Fransız demiryolu işletmesi Wagons-Lits’e ait olan Orient Ekspres’in İstanbul’a son seferi 1977 yılında yapılmıştır. Bu tarihten sonra sürekli kısalan hatta en son 2009 Aralık’ta Strasbourg-Viyana hattı olarak son sefer yapılmıştır. Bugün halen, 1982 yılında kurulan Belmond isimli başka bir demiryolu şirketine ait Orient Ekspres, Londra-Paris-İstanbul güzergahını izleyerek yılda bir kez sadece eylül ayında İstanbul’a uğramaya devam etmektedir.

English Translation

Orient Express is Europe's first luxury and intercontinental Express. It made its first journey from Paris on October 4, 1883. On this first trip, passengers traveling by train from Paris to Port of Varna reached Istanbul by ship from there. Famous traveller, reporter and writer Edmond About narrated his memories of this trip in detail in his book De Ponteise à Stamboul, published in 1884. The actual Paris-Istanbul services started in 1888. Orient Express has been an end-to-end travelling companion in Europe for kings, nobles, diplomats, politicians, literati, spies and many celebrities. Bulgarian King Ferdinand, French President Paul Dechanel, King of Belgium Leopold II, writer Agatha Christie, spy Mata Hari and archaeologist, soldier and diplomat Thomas Edward Lawrence are some of these celebrities.

Although it has different routes in different time periods, the most famous stations of this legendary train have been Paris and Istanbul. The construction of the Pera Palas Hotel was completed in 1895 to meet the accommodation needs of the passengers coming to Istanbul with Orient Express. This hotel is also the hotel where Agatha Christie wrote her novel "Murder on the Eastern Express" in 1933. In this novel she published in 1934, the author was inspired by a real murder committed at Orient Express 70 kilometres from Istanbul.

The train had been reaching Istanbul in 80 hours, passing through popular cities such as Vienna, Budapest, Milan and Venice. The train, whose services were stopped during World War I, started again in 1919, but Germany and Australia stations were removed from the route. Thus, the travel time was reduced to 58 hours. Here as an interesting anecdote, the treaty that ended World War I between the Entente States and Germany was signed in the express's wagon numbered 2419. Later, the wagon numbered 2419 was taken to a museum by the French because of its historical importance. During World War II, the train service had to be interrupted again, and after the war, it was subject to various restrictions and lost their importance over time. In addition, during World War II when Germany invaded France, Hitler asked the French to sign a surrender treaty in the same wagon again. The wagon was taken out of the museum, the treaty was signed and this wagon was taken to Germany. Shortly before Germany surrendered in 1945, the wagon was destroyed, thus avoiding the possibility of a second surrender treaty in this historical wagon.

Orient Express, which belongs to the French railway company Wagons-Lits, was made its last travel to Istanbul in 1977. After this date, its route was shortened continuously and the train made its last service along the route Strasbourg-Vienna in December 2009. Today, Orient Express, belonging to another railway company called Belmond, which was founded in 1982, continues to visit Istanbul only once a year, in September, following the London-Paris-Istanbul route.

 

Orient Express est le premier train de luxe et intercontinental d’Europe. C’était son premier voyage de Paris le 4 octobre 1883. Lors de celui-ci, les passagers voyageant en train de Paris au port de Varna ont atteint Istanbul par bateau à vapeur. Le célèbre voyageur, reporter et écrivain Edmond About a décrit en détail ses souvenirs de ce voyage dans son livre “De Ponteise à Stamboul”, publié en 1884. Les principaux voyages Paris-Istanbul ont commencé en 1888. Orient Express a été un compagnon de voyage de bout en bout en Europe pour les rois, les nobles, les diplomates, les politiciens, les lettrés, les espions et de nombreuses célébrités. Le roi bulgare Ferdinand, le président français Paul Dechanel, le roi de Belgique Léopold II, l’écrivain Agatha Christie, l’espionne Mata Hari et l’archéologue, soldat et diplomate Thomas Edward Lawrence font partie de ces célébrités.

Bien qu’il suive des itinéraires différents à différentes périodes, les gares les plus célèbres de ce train légendaire ont été Paris et Istanbul. En 1895, l’hôtel Pera Palas a été construit pour répondre aux besoins d’hébergement des voyageurs de l’Orient Express à Istanbul. Cet hôtel est également l’hôtel où Agatha Christie a écrit son roman “Le Crime de l’Orient Express” en 1933. Dans ce roman, publié en 1934, l’auteur s’est inspiré d’un véritable meurtre commis à Orient Express, à 70 kilomètres d’Istanbul.

Le train avait atteint Istanbul en 80 heures, traversant des villes populaires telles que Vienne, Budapest, Milan et Venise. Le train dont les voyages ont été arrêtés pendant la Première Guerre mondiale, a repris ses voyages en 1919. Mais les gares d’Allemagne et d’Autriche ont été retirées de l’itinéraire. Ainsi, le temps de trajet a été réduit à 58 heures. Voici une anecdote intéressante, le traité qui a mis fin à la Première Guerre mondiale entre la Triple-Entente et l’Allemagne a été signé dans le wagon numéro 2419 du train. Plus tard, il a été apporté au musée par les Français en raison de son importance historique. Pendant la Seconde Guerre mondiale, Les voyages ont dû être à nouveau arrêté et après la guerre, ils ont été soumis à diverses restrictions et ont perdu de leur importance au fil du temps. En outre, pendant la Seconde Guerre mondiale, lorsque l’Allemagne a envahi la France, Hitler a demandé aux Français de signer à nouveau un traité de reddition dans le même wagon. Le wagon a été sorti du musée, le traité a été signé et ce wagon a été emmené en Allemagne. Peu de temps avant la reddition de l’Allemagne en 1945, le wagon a été détruit, évitant ainsi la possibilité d’un second traité de reddition dans ce wagon historique.

Orient Express, qui appartient à la compagnie ferroviaire française Wagons-Lits, a effectué son dernier voyage à Istanbul en 1977. Après cette date, son itinéraire a été raccourci en continu et le train a effectué son dernier voyage Strasbourg-Vienne en décembre 2009. Aujourd’hui, Orient Express, appartenant à une autre compagnie de chemin de fer appelée Belmond, qui a été fondée en 1982, continue de visiter Istanbul une fois par an, en septembre, en suivant la liaison Londres-Paris-Istanbul.

Günün Bilgisi: Décider de / Se décider à / Etre decidé à

 

Décider de + infinitif

Bu fiil karar almak anlamına gelmektedir.

  • J’ai décidé de suivre mes rêves et mes passions.

(Hayallerimi ve tutkularımı takip etme kararı aldım.)

  • J’ai décidé d’arrêter de fumer, j’espère que je vais réussir.

(Sigarayı bırakma kararı aldım. Başaracağımı umut ediyorum.)

 

Se décider à + infinitif

Karar vermek anlamına gelmektedir.

  • Je me suis décidé à partir à la rencontre de mes abonnés.

(Abonelerimle buluşmaya karar verdim.)

Bu iki fiilin arasındaki fark tam olarak nedir?

Aujourd’hui, j’ai décidé de partir. (Bugün gitme kararı aldım.)

(Le 1er cas avec ‘de’ est une simple décision.)

Bu kararı önceden de düşünüyor olabilir anlık bir kararda olabilir. Genel bir karar söz konusudur.

Aujourd’hui, je me suis décidé à partir. (Bugün gitmeye karar verdim.)

Bu cümlede gitme isteği uzun zamandır var ya da bu karardan tereddüt ediyor. Ama sonunda kendini gitmek için ikna ediyor.

 

Je n’arrive pas à décider. (Karar veremiyorum.)

Bu cümleye genel bir anlam katıyor. Yani bu kişi karasız biri olabilir ya da asla karar veremeyen biri de olabilir.

 

 Je n’arrive pas à me décider. (Karar veremiyorum.)

Bu cümlede ise kararsızlık fikrini vurguluyoruz. Yani seçim yapamıyor. Tereddüt yaşıyor olabilir.

 

  • J’ai décidé de faire une pause dans mon travail. (İşime ara verme kararı aldım.)

Bu karar, ani verilmiş bir karardır.

 

  • Je me suis décidé à te dire bonjour. (Sana günaydın deme kararı verdim.)

Bu cümlede, günaydın demek istemesi zaten kafasında vardı ve o anı bekliyordu.

 

Être décidé à + infinitif

Kararlı olmak anlamına gelmektedir.

 

  • Il est bien décidé. Il ne changera pas d’idée. (O oldukça kararlı. Fikrini değiştirmeyecek.)

 

  • C’est décidé. (Karar verildi.)

 

  • Je suis décidé à m’installer à Lyon, rien ne me fera changer d’avis.

(Lyon’a yerleşmeye kararlıyım. Hiçbir şey fikrimi değiştiremez.)

 

error: İçerik Kopyalanamaz!