Fransızcada “casser” fiili, “kırmak, parçalamak” gibi anlamlara gelir ve birçok deyimsel ifadede kullanılır.
Casser : kırmak
- Comment casser un œuf ? (Yumurta nasıl kırılır?)
- Aujourd’hui, j’ai cassé le vase préféré de ma mère. (Bugün annemin favori vazosunu kırdım.)
- Arrête, tu vas me casser le bras ! (Dur, kolumu kıracaksın!)
- Ce n’est pas cassé. Il n’y a pas de fracture. (Kırık değil. Çatlak yok.)
- Peut-on casser un verre avec la voix ? (Ses ile bardağı kırabilir miyiz?)
- Vous êtes prêts à tout casser ? Une destroy room ouvre à Lyon. (Her şeyi parçalamaya hazır mısınız? Lyon’da bir yok etme odası açılıyor.)
Se casser : kırılmak
- Est-ce que la glace du pôle Nord peut se casser ? (Kuzey Kutbu’nun buzu kırılabilir mi?)
- Je me suis cassé la jambe au ski. (Kayak yaparken bacağımı kırdım.)
- Mon enfant s’est cassé une dent. (Çocuğum dişini kırdı.)
- Il va aussi se casser l’autre jambe. (Diğer bacağını da kıracak.)
- Mes ongles poussent si vite mais ils ont tendance à se casser. (Tırnaklarım çok hızlı uzuyor ama kırılmaya meyilli.)
Se casser (plus familier) : ayrılmak, tüymek
- Ça suffit, je me casse. (Bu kadar yeter, ben gidiyorum.)
- Si tu n’es pas content, casse-toi ! (Eğer memnun değilsen defol git!)
- On se casse, les gars, y a les flics ! (Tüyelim beyler, polisler var!)
Casser les pieds à quelqu’un (ennuyer quelqu’un) : birini rahatsız etmek, canını sıkmak, sinirlerine dokunmak
- Elle me casse les pieds ! (O, benim canımı sıkıyor.)
- Tu me casses les pieds avec tes problèmes. (Problemlerinle beni rahatsız ediyorsun.)
Casser du sucre sur le dos de quelqu’un (critiquer une personne en son absence / dire du mal d’une personne qui n’est pas là) : arkasından konuşmak
- Lila n’a pas arrêté de casser du sucre sur le dos de Mehmet. (Lila, Mehmet’in arkasından konuşmaya devam etti.)
- Pourquoi tu casses du sucre sur le dos de Lila ? (Lila’nın arkasından neden konuşuyorsun?)
Se casser la tête (réfléchir profondément, essayer de trouver une solution) : kafa patlatmak, kafa şişirmek
- Heureusement, le frigo était plein, alors on n’a pas eu à se casser la tête avec ça. (Neyse ki buzdolabı doluydu, bu yüzden endişelenmemize gerek yoktu.)
- Il a dû se casser la tête pour proposer de nouvelles dates de concerts à ses fans. (Hayranlarına yeni konser tarihleri sunmak için kafa patlatmak zorunda kaldı.)