Kategori arşivi Uncategorized

Alfabe – Okuma Kuralları

 

L’alphabet (Alfabe)

 

Les accents (Aksanlar)

Fransızcada aksan, sesli harflerin üzerine yerleştirilen işaretlerdir. Bu işaretler harf üzerindeki duraksama ya da hece bölünmesini göstermek için kullanılmaktadır. Çoğu zamanda, bu aksanlar sesteş sözcükleri ayırt etmek içinde kullanılır.

  • la santé
  • l’été
  • après
  • la mère
  • la tête
  • le garçon

 

Règle de lecture (Okuma Kuralları)

Lisez chaque mot. 

⚠️Attention:

1)İstisnalar hariç kelime sonundaki ünsüzler telaffuz edilmez.

  • salut
  • vous
  • fort

 

2)Kelime sonundaki “e” harfi telaffuz edilmez. Ancak üzerinde aksan olan “é” harfi her zaman okunur.

  • belle
  • j’aime
  • une amie
  • préféré
  • le thé

 

D’autres lettres (Diğer harfler)

  • L’heure
  • L’agneau
  • Gagner
  • La fille
  • Cinquante
  • La traduction                               
  • Expliquer
  • Payer
  • Le pays
  • Le voisin
  • La cuisine
  • Le centre
  • La neige
  • La gorge

 

⚠️Attention :

‘-x, -s, -d, -t’ ile biten bir kelimeyi sesli ile ya da “h” harfi başlayan bir kelime takip ettiğinde, iki kelime birlikte telaffuz edilir. Böylece ulama yapılır.

-x, -s : z

-d, -t : t

  • deux amis (döz ami): iki arkadaş
  • vous avez (vuz ave): siz
  • les autres (lez otr): diğerleri
  • Ils habitent (ilz abit): onlar oturuyor

Ulamayla ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

La Liaison (Ulama)

Exercices de lecture

Exercice 1

 
Exercice 2 

Bonjour, je me présente, je m’appelle Lila. Je suis française. Je suis étudiante. Je suis en première année de sociologie. J’habite à Paris, en France. J’ai vingt ans. J’habite dans un appartement avec ma famille. J’ai deux sœurs. Elles sont étudiantes. J’aime la musique rock et le sport. J’adore aller au cinéma.

 

Alfabe kurallarıyla ilgili daha detaylı açıklamaya buradan ulaşabilirsiniz.

L’alphabet Français (Alfabe ve Okuma Kuralları) 

Vive! et Vivement!

“Vive” ve “vivement” kelimeleri cümlenin başında bir ünlem olarak kullanılmaktadır. Vivre (yaşamak) fiilinden gelmektedir.

Vive :

  • Vive les vieux films ! (Yaşasın eski filmler!)
  • Vive la France ! (Yaşasın Fransa!)
  • La meilleure saison c’est l’hiver, vive l’hiver ! (En güzel mevsim kış, yaşasın kış!)
  • L’amour est une source de bonheur, vive l’amour ! (Aşk mutluluk kaynağıdır, yaşasın aşk!)

 

Vivement : Sabırsızlığı göstermek için kullanılır.

Vivement + nom

  • Vivement les vacances ! (Tatil için sabırsızlanıyorum.)

Vivement que + subjonctif

  • Vivement qu’on s’en aille ! (Gitmek için sabırsızlanıyoruz!)
  • Vivement que cette mauvaise période passe. (Bu kötü dönemin geçmesini sabırsızlıkla bekliyorum.)
  • “Vivement que l’année se termine !” (Yılın bitmesini sabırsızlıkla bekliyorum!)

 

  • Je suis professeur des écoles. Je travaille beaucoup et je n’ai pas beaucoup de temps pour le reste. Je suis vraiment débordée.  Cela gâche ma vie privée. Heureusement, les vacances sont dans 2 semaines, le 20 juin au soir, je pourrai enfin souffler un peu. Vivement les vacances !

(Ben bir okul öğretmeniyim. Çok çalışıyorum ve başka hiçbir şeye zamanım olmuyor. Gerçekten bunaldım. Özel hayatımı mahvediyor. Neyse ki 2 hafta sonra tatil var, 20 Haziran akşamı nihayet biraz nefes alabileceğim. Tatil için sabırsızlanıyorum!)

 

Tu déchires !

Bu ifade, samimi (familier) bir kullanım şekli olarak “muhteşemsin, harikasın” benzeri anlamlara gelmektedir. Benzer şekilde, “bunu yapabilecek kapasitedesin”, “nasıl yapacağını iyi biliyorsun”, “bu işte iyisin” gibi kullanımlarda da karşıdakinin potansiyelini olumlayan bir ifadedir. Bu ifadenin Fransızcada pek çok eş anlamlı kullanımı mevcuttur:

  • Tu déchires ! -familier-
  • Tu assures ! -familier-
  • Tu es top !
  • Tu es génial(e) !
  • Tu es à la hauteur !
  • Tu es le meilleur / la meilleure !
  • Tu es bon/bonne !

 

Dialogue :

  • Bon, tu es prêt ? Tu peux commencer. (Pekâlâ, hazır mısın? Başlayabilirsin.)
  • Ça a été ? (Oldu mu?)
  • Tu assures ! Impeccable, c’est bon ! Tu es prêt maintenant ! (Harikasın! Kusursuz, bu güzel! Artık hazırsın!)

 

  • Tu déchires ! Ce gâteau au chocolat est très bon. Tu es bonne dans cette chose. (Harikasın! Bu çikolatalı kek çok güzel. Bu işte iyisin.)
  • Bon appétit. (Afiyet olsun.)

 

  • Ce concert, ça déchire grave ! (Bu konser gerçekten harika!)
  • Grave ! (Kesinlikle!)

Mais pas que !

Synonyme : il n’y a pas que cela, ce n’est pas que cela, pas seulement, pas uniquement

Fransız Akademisine göre “mais pas que” kullanımından kaçınılması gereken bir ifadedir. Ancak medyada ve günlük konuşmada sıklıkla kullanılır. Örneğin, birine onun iyi bir arkadaş olduğu (tu es une bonne amie) ve özelliklerinin sadece bununla kalmadığı (mais tu as d’autres qualités) belirtilmek istendiğinde ikinci cümle kısaltılarak “mais pas que” ifadesi kullanılıyor.

 

  • Elle est belle, mais pas que ! (O güzel, ama sadece bu değil.)

 

  • Le manque de respect ! Mais pas que des jeunes. Des personnes âgées aussi. (Saygısızlık diz boyu. Sadece gençler değil yaşlılar da.)

 

  • Les employés réclament une hausse de salaires, mais pas que ! (Çalışanlar maaş zammı talep ediyor ama bununla da kalmıyor!)

 

  • Il y a le complexe de supériorité, la jalousie, l’égoïsme, mais pas que. (Üstünlük kompleksi, kıskançlık, bencillik var ama sadece bu değil.)

 

“Grave” kelimesinin kullanım yerleri ?

“Grave”” kelimesinin birçok anlamı vardır. Sıfat ve zarf olarak cümle içinde kullanılır.

Grave (adjectif)

Synonyme : important – sérieux – stupide – pénible – dangereux

  • C’est une question grave ! (Bu ciddi bir soru!)
  • – J’ai oublié qu’aujourd’hui c’est ton anniversaire. (Bugünün doğum günün olduğunu unuttum.)
  • – Ce n’est pas grave ! – C’est pas grave ! – (Önemli değil.)
  • Il souffre d’une grave maladie. (Ciddi bir hastalıktan muzdarip.)
  • Les femmes préfèrent les hommes à la voix grave. (Kadınlar kalın sesli erkekleri tercih ederler.)
  • Mais t’es grave, toi ! -familier- (Dangalak mısın nesin!)

 

Grave (adverbe)

Synonyme : très – vraiment – oui tout-à-fait –

  • Je suis grave heureux. (Çok mutluyum.)
  • Je suis grave déçu. (Cidden hayal kırıklığına uğradım.)
  • T’es content ? – Grave. (Sen mutlu musun? – Kesinlikle.)
  • Je suis à Paris, on se voit ? – Mais grave ! (Paristeyim, görüşelim mi ? – Harika olur!)

 

Dialogue:

– Demain c’est mon anniversaire.

– Ah mince ! je l’ai oublié. Désolé.

– C’est pas grave ! J’organise une fête dans mon appart. Ça sera grave cool !

– Grave !

  • Yarın benim doğum günüm.
  • Ah kahretsin! Unuttum. Üzgünüm.
  • Önemli değil! Dairemde bir parti veriyorum. Bu çok harika olacak.
  • Kesinlikle!

“Disputer” ve “Discuter” fiilleri arasında ki fark nedir?

        “Disputer” ve “Discuter” fiilleri “tartışmak” anlamında kullanılmaktadır. Ancak bu iki fiilin arasında bir fark vardır. “Disputer” fiili daha çok itiraz ve anlaşmazlık içerir. “Discuter” fiili ise, herhangi bir konu üzerinde müzakere etmeyi içerir. 

Se disputer:

Synonyme : argumenter, se quereller, débattre, contester

Tartışmak fiilinin içinde öfke veya anlaşmazlık unsurları barınmaktadır.

 

  • Hier, ma mère s’est disputée avec mon père. Ils ne se parlent plus ! (Dün annem babamla tartıştı. Artık konuşmuyorlar!)

 

  • On s’est disputés avec ma copine. Elle m’a fait la tête pendant un mois. Mais, on s’est réconciliés. (Kız arkadaşımla kavga ettik. Bir ay boyunca bana küstü. Ama barıştık.)

 

  • Quand les enfants se disputent, les parents ont souvent envie de protéger le plus jeune et de gronder l’aîné. (Çocuklar tartıştıklarında, ebeveynler genellikle en küçükleri korumak ve en büyükleri azarlamak isterler.)

 

  • Il est normal de se disputer dans un couple. Mais, la première erreur est d’éviter la dispute. (Bir ilişkide tartışmak normaldir. Ancak en büyük hata, tartışmadan kaçınmaktır.)

 

Se Discuter:

Synonyme : parler, bavarder

      Tartışmak fiili, bir konu üzerinde görüşmek, konuşmak ya da gerçekleşecek bir sohbetin arkadaşça olduğu anlamına gelmektedir.

  • Un groupe d’hommes d’affaires se sont réunis pour discuter des idées. (Bir grup iş adamı fikirleri tartışmak için bir araya geldi.)

 

  • Le président Emmanuel Macron a déclaré être prêt à discuter avec les syndicats sur des questions liées au travail. (Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron sendikalarla çalışma meselelerini görüşmeye hazır olduğunu söyledi.)

 

  • Nous allons discuter comment nous pouvons faire progresser nos relations avec eux. (Onlarla ilişkimizi nasıl ilerletebileceğimizi tartışacağız.)

Netflix’te alt yazıyla uyumlu 3 film

Yabancı dil öğrenmenin en zevkli yollarından biri film veya dizi izlemektir. Birçok dilde altyazı ve dublaj seçeneği sunan Netflix platformu, dil öğrenmede vazgeçilmeziniz olabilir. Öğrenmek istediğiniz dilde film ya da dizileri alt yazıyla birlikte izlemek mümkündür. Orijinal dili Fransızca olan film ya da dizilerde, genellikle Fransızca seslendirme ile altyazı uyumlu gitmektedir. Fransızca dublaj olan dizi ya da filmlerin çoğunda ise alt yazı ile seslendirme tam uyumlu değildir. Ancak Netflix üzerinde orijinal dili Fransızca olmayan ve yine de Fransızca dublajı ve altyazısı tam uyumlu olan 3 animasyon filmi mevcuttur.

 

1) Voyage vers la Lune

Animée par le souvenir de sa mère, l’ingénieuse Fei Fei construit une fusée à destination de la Lune pour prouver l’existence d’une déesse légendaire qui y habiterait.

 

2. L’éléphante du magicien

Un jeune garçon relève le défi lancé par un roi d’accomplir trois tâches impossibles en échanges d’une éléphante magique, et de la chance de réaliser sa destinée !     

 

3. Le monstre des mers

Une petite passagère clandestine et un légendaire chasseur de monstres marins naviguant en eaux inconnues vont vivre une aventure épique et entrer dans l’histoire.  

Décrire une personne

La description physique

L’âge (yaş) :


Avoir …. ans

Avoir la vingtaine, la trentaine, la quarantaine …

Être âgé(e)/vieux (vieille), jeune

D’âge moyen


  • Elle a douze ans. (O, on iki yaşındadır.)
  • J’ai la trentaine. (Otuzlu yaşlarımdayım.)
  • Il est âgé(vieux). (O yaşlıdır.)
  • Elle est âgée(vieille). (O yaşlıdır.)
  • C’est une belle femme blonde d’âge moyen. (Orta yaşlı sarışın güzel bir kadındır.)
  • Les personnes d’âge moyen sont très fortes. (Orta yaşlı insanlar çok güçlüdür.)

 

La taille (beden ölçüsü) :


              Être grand(e), petit(e), de taille moyenne

              Mesurer / faire + taille en mètre …


  • Vous n’êtes ni grand(e) ni petit(e). (Ne uzunsunuz ne de kısasınız).

Oui, je suis de taille moyenne. (Evet, orta boyluyum.)

 

  • Il mesure un mètre soixante-dix. (O, 1.70 boyunda.)
  • Je fais un mètre quatre-vingt. (Ben, 1.80 boyundaydım.)

 

La corpulence (vücut şekli) :               


 Être maigre, mince, gros(se), corpulent(e), musclé(e)

Peser/faire … kilos

     Maigrir/perdre du poids, grossir/prendre du poids


  • Elle est mince. (O zayıf.)
  • Il se trouve trop maigre. (Kendini çok zayıf buluyor.)
  • Vous êtes trop musclé(e). (Siz çok kaslısınız.)
  • Je ne suis pas gros, je suis juste un peu enveloppé. (Ben şişman değilim sadece biraz iri kemikliyim.)
  • C’est un beau garçon, assez fort et corpulent pour son âge. (Yaşına göre iri, yeteri kadar güçlü ve yakışıklı çocuk.)
  • Je fais soixante kilos. (Ben altmış kiloyum.)
  • J’ai perdu cinq kilos en deux mois.
  • Pourquoi je ne maigris pas ? (Neden zayıflamıyorum?)
  • Je fais du sport mais je grossis. (Spor yapıyorum ama kilo alıyorum.)

 

L’apparence (görünüş) :               


Être beau (belle), joli(e), mignon(ne), attirant(e)/séduisant(e), repoussant(e), laid(e)/moche, élégant(e), sportif (sportive)

 Avoir de l’allure, être en bonne santé, être en forme


  • Il est beau. / Elle est belle. (O, güzeldir.)
  • Elle est très jolie. (O çok güzel)
  • Tu es mignon(ne). (Sen tatlısın.)
  • Je suis attirant(e). (Ben çekiciyim.)
  • Il est laid(moche). (O çirkin.)
  • Vous êtes très élégant(e). (Çok zarifsiniz.)
  • Tu es repoussant(e). (Sen iticisin.)
  • À 80 ans, Il est assez bien portant pour y aller seul à pied. (80 yaşında, tek başına yürüyebilecek kadar sağlıklı.)
  • Je ne suis pas très en forme. Je suis fatigué(e), stressé(e) et je dorme mal. (İyi durumda değilim. Yorgunum, stresliyim ve kötü uyuyorum.)

 

  Le visage (yüz) :   


  Avoir un visage rond, ovale, allongé, carré, rectangulaire

  Avoir une moustache, la barbe, des tâches de rousseur, des boutons, de l’acné, des grains de beauté, des fossettes


  • J’ai un visage allongé. Ma mère a un visage rond. Mon père a un visage rectangulaire. (Benim uzun bir yüzüm var. Annemin yuvarlak bir yüzü var. Babamın dikdörtgen bir yüzü var.)
  • Plus la barbe est longue et plus les cheveux doivent être courts. (Sakal ne kadar uzunsa, saç o kadar kısa olmalıdır.)
  • Il a la barbe et une moustache. (Bıyığı ve sakalı var.)
  • Elle est très belle. Elle a des taches de rousseur, des fossettes. (O çok güzel. Çilleri, gamzeleri var.)
  • Elle a un grain de beauté très visible sur le visage. (Yüzünde çok belirgin bir ben var.)
  • J’ai un bouton sur le front. (Alnımda sivilce var.)

 

  Les sourcils (kaş) :   


Avoir sourcils épais, fins


  • Elle a des sourcils épais mais sa sœur a des sourcils fins. (Onun kalın kaşları var ama kız kardeşinin kaşları ince.)

 

  Le nez (burun) :   


Avoir un grand, un petit nez

Avoir un nez long, court, crochu, retroussé, aquilin


  • II a un nez crochu. (Onun kancalı burnu var.)
  • J’ai un nez retroussé. (Kalkık bir burnum var.)
  • Elle a un nez aquilin. (Çıkık bir burnu var.)

 

Les oreilles (kulaklar) :   


Avoir les oreilles décollées

Avoir les oreilles pointues


  • J’ai les oreilles décollées mais il a les oreilles pointues. (Benim kulaklarım kepçe ama onun sivri kulakları var.)

 

 Le front (alın) :   


Avoir un petit, un grand front


  • Il a un grand front. (Kocaman bir alnı var.)

 

 La lèvre (dudak) :   


Avoir des lèvres fines, pulpeuses/charnues


  • Elle a des lèvres pulpeuses naturellement. (Doğal dolgun dudakları var.)
  • J’ai des lèvres bien charnues sans injection, ni chirurgie. (Enjeksiyon veya ameliyat olmadan çok dolgun dudaklarım var.)

 

  Le teint (ten)


Être brun(e), blond(e), roux(rousse)

Avoir le teint pâle, mat, basané, bronzé, blanc, clair, foncé


  • Je suis brun. Ma mère est blonde. Mon père est roux. (Ben esmerim. Annem sarışın. Babam ise kızıl.)
  • Avoir le teint pâle, mat, basané, bronzé, blanche, clair, foncé (Soluk, mat, esmer, bronz, beyaz, açık, koyu tenli olmak)

 

Les yeux (gözler):


Avoir les yeux bleus

Avoir de petits yeux, de grands yeux

Avoir les yeux bridés, en amande, tombant


  • J’ai les yeux verts. (Yeşil gözlerim var.)
  • Elle a de petits yeux. (Onun küçük gözleri var.)
  • Il a les yeux bridés. (Çekik gözleri var.)
  • Elle a les yeux en amande. (Badem gözleri var.)

 

Les cheveux (saçlar)


Avoir les cheveux bruns, noirs, blonds, châtains, blancs, gris, roux

Avoir les cheveux courts, longs, mi-long

Être chauve, avoir la tête rasée

Avoir les cheveux bouclés, frisés, raides, ondulés, crépus

Avoir les cheveux tressés, un chignon, une queue de cheval


  • Elle a de longs cheveux châtains. (Uzun kestane saçları vardır.)
  • J’ai les cheveux mi-long. (Omuz hizasında saçlarım var.)
  • Il est chauve. (O keldir.)
  • Elle a les cheveux frisés. Mais elle rêve d’avoir les cheveux raides. (Kıvırcık saçları var. Ama düz saçlara sahip olmayı hayal ediyor.)
  • Elle a un chignon haut. (Yüksek bir topuzu var.)
  • Elle a les cheveux tressés. (Örgülü saçları var.)
  • J’ai une queue de cheval. (At kuyruğu saçım var.)

 

Les vêtements-Les accessoires (kıyafetler-aksesuarlar)


Porter/mettre: giymek

Être à la mode/branché(e)

Avoir un look casual chic, avoir un style décontracté/cool, avoir un look classique


  • Vous portez un pull rouge. (Kırmızı kazak giyiyorsunuz.)
  • Je suis à la mode. (Modayı takip ederim.)
  • Elle a un look casual chic. (Rahat ve şık bir görünümü var.)
  • Il a un style décontracté. (Rahat bir tarzı var.)
  • Elle a un style plus sophistiqué au travail. (İş yerinde daha sofistike bir tarzı var.)

 

Elle s’appelle Raiponce. C’est une belle femme avec de grands yeux verts.  Elle est blonde. Elle a les cheveux longs et raides. Elle porte une robe lila. Elle a le teint pâle.

 

Elsa est la reine d’Arendelle et grande sœur d’Anna. Elle a le teint blanc. Elle a de grands yeux bleus. Elle a un petit nez. Elle a une tresse en épi. Elle porte une robe bleue à manches longues.

 

 

Scooby-Doo : Mystères associés

 

Astérix et Obélix

“Altı” , “Dokuz” ve “On” sayıların telaffuzu

“Altı” ve “On” sayıların telaffuzu

(Prononciation de « six » et « dix »)

Altı ve on sayıları üç farklı şekilde telaffuz edilebilir.

Six [sis]: 6

Dix [dis]: 10

 

1.kural

Six ve dix sayıların ardından ünsüzle başlayan bir kelime geldiğinde [si] ve [di] olarak telaffuz edilir.

 

  • Il y a six pommes sur la table. /si pɔm/ (Masanın üzerinde altı elma var.)

   . Non, il y a dix pommes. /di pɔm/ (Hayır on elma var.)

 

2.kural

Six ve dix sayılarından sonraki kelime bir sesli harfle veya “muet H” ile başladığında, [siz] ve [diz] olarak telaffuz edilir.

 

  • Elle a six enfants. /sizãfã/ (Altı çocuğu var.)

 

  • Il est dix heures. /dizör/ (Saat on.)

 

3.kural

Six ve dix sayıları cümlenin sonundaysa [sis] ve [dis] olarak telaffuz edilir.

 

  • Mille dix. /mil dis/ (Bin on.)

 

  • Nous sommes six. /sis/ (Altı kişiyiz.)

 

  • Je crois qu’il y en avait dix. /dis/ (Sanırım on tane vardı.)

 

“Dokuz” sayısının telaffuzu

(Prononciation de « neuf »)

 

Dokuz (neuf) sayısı üç farklı şekilde telaffuz edilebilir.

1.kural

Dokuz (neuf) sayısının ardından ünsüzle başlayan bir kelime geldiğinde [nöf] olarak telaffuz edilir.

 

  • Il y a neuf pommes. /nöf pɔm/ (Dokuz elma var.)

 

2.kural

Dokuzu sesli harfle başlayan bir isim takip ederse bağlama (l’enchaînement) yapılmalıdır.

 

  • Ils ont neuf enfants. /nöfɑ̃fɑ̃/ (Onların dokuz çocukları var.)

 

3.kural

Dokuzun ardından “an” veya “heure” sözcükleri gelirse ulama (la liaison) yapılmalıdır. “F” harfi /v/ olarak telaffuz edilir.

  • Il a neuf ans. /növɑ̃/ (Dokuz yaşında.)

 

  • Il est neuf heures. /növör/ (Saat dokuz.)

 

N’y être pour rien

Synonyme : ce n’est pas votre faute, ne pas être responsable de quelque chose, être innocent, avoir rien à voir

“N’y être pour rien” ifadesi masum olmak, bir şeyden sorumlu ya da bir şeyle ilgisi olmamak anlamında kullanılmaktadır.

 

  • Je voudrais dire que je n’y suis pour rien. (Bununla hiçbir ilgim olmadığını söylemek isterim.)

 

  • Le professeur n’y est pour rien ! L’horaire des examens a changé. Les étudiants sont très en colère mais le professeur rejette la responsabilité des nouveaux horaires des examens.

(Öğretmenin bununla hiçbir ilgisi yok! Sınav takvimi değişti. Öğrenciler çok kızgın ama profesör yeni sınav programlarının sorumluluğunu reddediyor.)

 

  • J’ai eu des blessures qui ont duré mais je n’y suis pour rien. Tout ça m’a contrarié mais il faut garder le cap.

(Uzun süren sakatlıklar yaşadım ama bunun suçlusu ben değilim. Tüm bunlar beni üzdü ama      yola devam etmek zorundasınız.)

 

  • – Désolé pour le retard. (Geçikme için üzgünüm.)

    – Vous n’y êtes pour rien. Votre vol est arrivé en retard. (Sizin suçunuz değil. Uçuşunuz ertelendi.)

error: İçerik Kopyalanamaz!